Monday, July 16, 2012

Nihat Hatipoğlu Biyografisi Hayat hikâyesi



1955 Diyarbakır doğumlu. Diyarbakır, Siirt ve

Malatya'da ilkokulu tamamladı. 1975'de Uşak

İmam-Hatip Lisesi'ni ve Uşak Lisesi'ni bitirdi.

1981 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat

Fakültesi'ni tamamladı. Aynı Fakültede Hadis

Ana Bilim dalında "Kur'an-ı Kerim'in

Anlaşılmasında Hadislerin Rolü" adlı çalışmasıyla

doktor, 2000 yılında Doçent, 2012 Yılında da

Profesör oldu.

1985-1987 yılları arasında Mısır'da Arapça

üzerine eğitim gördü. İmam-Hatip, Kur'an

Kursları Müdürlüğü görevlerini yaptı. Şu anda

Dicle Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Hadis Ana

bilim dalı Öğretim üyesi olarak görev

yapmaktadır.

Kanal A'da 5 yıl dini programları hazırlayıp

sundu. Ayrıca Ankara'da yayın yapan iki yerel

radyoda 10 yıldan bu yana aralıksız olarak

haftalık yayınlarına halen devam etmektedir.

2004 yılında Ramazan ayında Flash tv'de , 2005

Ramazan ayında Star tv'de Sahur programını

hazırlayıp sundu. 2006 yılında Star tv de "Dosta

Doğru" programı sundu ve 2006 yılında Star Tv

de iftar ve Sahur Programlarını sundu. Radyo ve

televizyon izleyicileri iftar ve sahur programlarını

1.olarak seçti. Programları Türkiye'de birçok

radyoda yayınlanmaktadır.2011 yılından itibaren

atv de başlayan programları ile Halen atv 'de

Ramazan programı ve sonrasında da haftalık

programları inşallah devam edecektir.

Kırk civarında yayınlanmış kaset, CD, VCD'si

bulunmaktadır. Yurtiçinde ve yurtdışında seri

konferansları devam etmektedir. Yazı makaleleri,

panel, Diyanet Dergisi , İslami Araştırmalar ve

benzeri dergilerde yayınlandı.

Hatipoğlu evli ve üç çocuk babasıdır.

Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu'nun anlatımıyla

babası Haydar Hatipoğlu

Babam, Resulullah (sav)'ın Komşusu Oldu ...

23 Mayıs 1995 gece yarısı biz kendisini

Esenboğa havaalanına getirecek uçağı beklerken

Medinetü'r-resul'den telefon eden diş hekimi

kardeşim Fatih, titrek sesiyle şöyle dedi: "Biz

babamızı damat ettik. Aşık'ı Maşuk'a

Resulullah'a teslim ettik. Cennetü'l Baki'de

misafir edeceğiz."

Ben o anda elimizden neyin gittiğini çok iyi

biliyordum. 1987'de Mısır'a geldiğinde -bir

anlamda kendisini deneyen- Ezher Ulemasının:

"Sizin gibi bir alimin Türkiye'de olabileceğini

tahmin edemezdik", dedikleri Haydar

HATİPOĞLU hocamın, babamın gittiğini anladım.

Hadis, tefsir,fıkıh, feraiz, bedii, meani, beyan

velhasılı bütün dini sahalarda hüccet olan bir

alimin toprağa gideceğini biliyordum.

O hep Medine'liydi. O hep Ravzayı

Mutahhara'nın oralardaydı. Yatarken, yemek

yerken, kürsüdeyken, kitap okurken hep

Ravza'daydı. Allah da şahittir ki Hz Muhammed

(s.a.s.) adını kullandığı her seferinde boğazı

düğümlenirdi. Efendimizin adını rahat

kullanamaz mutlaka ağlardı. Gece yarıları kalkar

(teheccüt namazı) Resulullah'a aşkını ilan eden

kasideler okurdu. Sabahları seccadesine elimi

sürdüğümde secde yeri hala ıslak olurdu. O'nu

hep şöyle hatırlayacağım: kitap odasında önüne

birkaç kitabı açmış notlar alıyor, kitap üzerinde

veya herhangi bir münasebetle Resulullah'ın

adını andığında dudakları büzülüp sakalından

aşağı yaşlar boşalıyor, gördüğü kim olursa olsun

yüzüne tebessüm ediyor, seccadenin üzerinde

sarığını sarıyor, evden çıkmadan duha namazı

kılıyor. Kur'an okuduğunda bazı ayetleri dönüp-

dönüp okuyor ve yüksek sesle ağlıyor, alacağı

her kararda istihareye yatıyor, Kur'an ve sünnet

uğruna canını feda etmekten zerre kadar

çekinmiyor ve en zor şartlarda Kur'an ve

Sünnetin , yani ehl-i sünnet akidesinin bir fedaisi

gibi hep öne çıkıyor. Allah sana, zerreler

adedince rahmet eylesin.

Cennetmekan babam, seni hatırlıyorum! İbn-i

Mace'yi şerhediyordun. Resulullah'ın vefatı

bölümünü bir ayda bitirebilmiştin. "Resulullah'ın

eli yana düştü.." diyordun sonra ağlıyordun. Bir

saat sürüyordu ağlaman. "Git, bugün daha

yazamayız" diyordun. Katibin olan ben ve

kardeşim kalkıyorduk. İkinci gün oturuyorduk.

"Ve Resulullah'ın ateşi yükseldi." diyordun, sonra

yine hüngür-hüngür ağlıyordun. Sanki o an

oradaymışsın gibi. Resulullah'ın vefatını nasıl

yazdığımızı bir Allah, bir sen, ben ve kardeşim

biliriz.

Abdülhakim Arvasi (k.s.)'ın kabrini ziyarete

gideceğimiz biz gün arabamıza bindiğimizde

annemin esans kullandığını anladın. Artık yaşlı

sayılan anneme: "hanım, git kokuyu gider, öyle

bin arabaya. Koku sürünüp de dışarı çıkan

kadına, Peygamberimiz: Melekler lanet ederler"

demiştir deyip annemi tekrar eve gönderdiğini

hatırlıyorum. İslam'ın hiçbir hükmünü kimseye,

hiçbir şeye feda etmedin. Hiçbir zaman gölgeye

sığınmadın. İslam'ın hakikatını söylerken hiçbir

kınayıcının kınaması seni zerre kadar etkilemedi.

Allah ve Resulu şahittir ki hep öyle yaşadın, ailen

içinde hiçbir günaha-harama müsaade etmedin.

Vefatında sonra Etlik Aşağı Eğlence'nin

cemaati geldi. Meğer gitmeden Medine'de

inşallah kalacağını ilan etmişsin. Kimine:

"Resulullah'a bir arzuhalim var, inşallah bu sene

cevap alacağım" demişsin, kimine: "Medine'den

firkat benim içimi yakıyor. Ne zaman

Resulullah'a komşu olacağım, bekliyorum"

demişsin. Daha neler neler demişsin. Allah senin

makamını ali etsin. Allah senden milyarlarca

kere razı olsun. Sen vefat ederken de bize ders

verdin.

18 Mayıs günü Medine'den dönecektin. 25'ine

erteledin. Senin göğsünden ağrı duyduğunu

haber alınca bir an önce gelmen için girişimlerde

bulunduk. Medinede'ki kardeşim, Diyanet'in

görevlileri, Medineli bazı aracılar, herkes seferber

oldu. 18.30 uçağı olmasına rağmen senin

gönlün 22.30 uçağındaydı. Annem diyor ki,

arabaya bindiğinde dönüp-dönüp Ravzay-ı

Mutahhara'ya bakıyormuşsun, ağlıyormuşsun.

Havaalanına geldin. Eşyalarla hiç ilgilenmedin.

Annem sorunca; "Merak etme eşyan gidecek"

dedin. Oradaki Kamil Bey'e bütün paranı vermek

istedin. Seydo, paran sana lazım olur dese de,

bin doları verip: " Oğlum, benim bundan sonra

para ile işim bitti." dedin. Yine anlamadılar.

Nihayet turnikeden geçtin, uçak 23.30'a

ertelendi. Herkesi uçak için otobüse alırlarken

Sivaslı doktor Mecnun Bey'in ve ötekilerin

şehadetiyle binmemeye çalışıyordunuz.

Ayaklarınız gitmiyordu. Son anda doktora "gel

abdest alalım" dedin. Abdest aldınız. Herkes

binmeye hazırlanırken siz oturdunuz. Sizi

görenler diyor ki: " hocamız bir haber bekliyor da

haber gecikmiş gibi huzursuzdu". Doktor size

sordu: "Bu kaçıncı hac!" gülümsedin, elini

sallayıp: "Bundan sonra sayılamaz" dedin. Yine

kimse anlamadı. Ama sen ne dediğini iyi

biliyordun. Çünkü orada hac mevsiminde

defnedilen kıyamete kadar hac yapar. Sonra

oturduğun yerde, sanki gelen haberciyi görmüş

gibi, başını yana çevirdin ve sandalye üzerine

eğildin o kadar. Ne bir çırpınma, ne bir sekerat.

Hacılar tekbir getirdiler, seni öptüler. Ağladılar,

seni müjdelediler. Sonra dediler ki: "Hocamızı

pasaport işlemi bittiği için uçağa alıp Türkiye'ye

götürelim." Bu sefer cebindeki pasaport

kayboldu. Tam bir saat da uçak onun için

ertelendi. Pasaportu bulamadılar. Bulsalar, belki

seni buraya getireceklerdi. Belki senin o güzel

yüzünü görecektim. Ama sen habibinden uzak

olacaktın. Seni bıraktılar. Uçak kalktı, baktılar ki

pasaport cebinde.

O gün sabah namazında Mescid-i Saadet'te

bir senin cenazen vardı. Senin cenazene bütün

cemaat katılmış. Görevliler bu sayının yüzbinin

çok üzerinde olduğunu söylediler.

Seni Hz Osman'a yakın bir bölgede

defnetmişlerdi. Seni gören herkes son üç-dört

gün içinde yüzünün sakalından daha beyaz hale

geldiğini söylüyorlar. Dr. Salih Bey: " Son bir

gününde hocamın dünyayla bütün irtibatı

kesilmişti. Bunu kelimelerle izah mümkün değil.

Sanki vücut yok, ruh ver gibiydi." diyor. Bu

Medine'ye, Mescid-i Saadet'in yanına, Cennetül

Baki'ye defnin manevi hazırlığı olsa gerek.

Babam! Ben seni övmüyorum. Ben Allah'ın

Resulüne aşkı övüyorum. Resulullah sana sevgi

buyurmuş. Ben, Allah'ın habibini övüyorum.

Salat O'na, selam O'na... İbn-i Mace'yi bitirdiğin

günü hatırlıyorum. Ah, diye bağırmış, ağlamıştın.

Tam bir saat sürmüştü. Annem bizi odaya

sokmamıştı. Sonra ne oldu, diye sorduk; dedi ki,

" Baban diyor ki: İbn-i Mace'yi yazdıkça her gece

Resulullah'ın yanındaydım. Ya ben bundan sonra

ne yaparım?" demiştin.

Senin firakın bitti. Vuslat oldu. Ashabın

kucağında Cennet'ül-Baki ehline verilecek

umumi ve vacip olan şefaatı bekliyorsun. Şimdi

biz firakı yaşıyoruz. Bu firak senin sevgilin olan

Allah Resulüne kavuştuğumuz gün bitecek

demek cüretini kendimde bulamıyorum.

Cenazeni görenler, seni yıkayan Molla Burhan,

hep senin o güzel yüzünle tebessüm ettiğini

söylüyorlar. Onu öptük de öptük diyorlar. Ah,

keşke bana da nasip olsaydı. Morga koyduk,

morga güzel bir nisbet kokusu girdi diyorlar.

Bana herkes " ah, babanın yüzünü göreydin!"

diyorlar. Göreceğim inşallah, firakın bittiği vuslat

gününde göreceğim inşallah.

Kitaplarına sahip çıkacağım. Senin baktığın

yerlere senin vukufiyetinden çok uzak ama olsun

bakacağım. Senin oğlun olmayı şerefle

taşıyacağım. Senin bize öğrettiğin çizgin, kitap ve

sünnet ölçüsü nefesim çıkıncaya kadar devam

edecek. Çünkü sen Resulullah'a nasıl aşık

olunabileceğini gösterdin bize,öğrettin bize. Allah

Resulune ve Hz Ömer'e dayanan soyunla sen

mekanını buldun.

Diyanet İşleri Başkanlığı sana pek çok hatim

okuttu. Yüzlerce yerde gıyabi cenaze namazın

kılındı. Herkesten Allah razı olsun.

Bütün mü'min kardeşlerim sana haklarını

helal ettiler, daha duyan herkes de edecektir

inşallah.

Ravza-ı Mutahhara'nın sahibine salat ve selam

olsun; Baki'nin sakinlerine rahmet ve selam

olsun.

Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana

Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihat

Hatipoğlu








No comments:

Post a Comment